1960Sonrası Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu Özellikleri Temsilcileri hazırlayan: Mustafa ŞAHİN 1940 - 1960 yılları 1940 - 1960 yıllarında ülkedeki değişim, hayatla iç içe bir sanat olan tiyatromuzu da yakından ilgilendirmiştir. *1958’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih–Coğrafya Fakültesinde bir tiyatro enstitüsü kurulmuştur.
Aşağıdakilerdenhangisi 1960 sonrası Türk hikâyeciliğinde ele alınan konulardan biri değildir? A) Almanya’ya göç ve gurbetçi insanlar B) Ekonomik yetersizliklerin dayattığı geçim sıkıntısı
konumuyeniden ele alınır. bu sürecin 1960’lardan b eri hızlandığı görülmektedir. Türk Hikâyeciliğinde Haldun Taner’in Yeri ve .
. 1960 Sonrası Dönemde Hikaye (Özellikleri, Yazarları, Eserleri) Yusuf Atılgan (1921 -1989) Oğuz Atay (1934-1977) Selim İler. 1960 Sonrası Türk Hikayecileri 1960 sonrası Türk hikayeciliğinin önemli isimleri şunlardır: Mustafa Kutlu İlk hikâyelerinde romantik bir Anadoluculuk izledi. CEVAPLAR:1.
1960sonrası Türk hikayeciliği Modernist Hikâyenin. 1960'lı Yıllarda Cumhuriyet Romanı -. 1960-sonrasi-turk-hikayesi1960 Sonrası Türk Hikayesi Hikayecileri Yazarları 1970 1980. 19 Görmeniz Gereken Fotoğrafıyla Ara Güler ve Anıları. 1960-sonrasi-turk
Vay Tiền Nhanh Chỉ Cần Cmnd Nợ Xấu.
Cumhuriyet Dönemi Hikaye 1923-1940 ve Cumhuriyet Dönemi 1960 sonrası hikaye. Toplumcu gerçekçilik, Bireyin iç dünyasına yönelim. CUMHURİYET DÖNEMİ HİKÂYE 1923-1940 Hikâye öykü; yaşanmış ya da yaşanması mümkün olay veya durumların kişi, yer ve zamana bağlı olarak okuyucuda heyecan uyandıracak şekilde anlatıldığı kısa edebî türdür. XIV. yüzyılda İtalyan edebiyatında Boccaccio’nun yazdığı Decameron adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul edilir. Türk edebiyatında Tanzimat’tan önce hikâye türünün yerini halk hikâyeleri, destanlar, masallar, mesneviler ve Dede Korkut Hikâyeleri tutmaktaydı. Batılı anlamda hikâye, Türk edebiyatına Tanzimat’la girdi. Ahmet Mithat Efendi’nin Letâif-i Rivâyât adlı eseri ilk hikâye örneklerinden sayılır. Letâif-i Rivâyât’ta yer yer geleneksel hikâyenin anlatım özelliklerine de rastlanır. Teknik açıdan güçlü, Batılı örneklere benzeyen ilk hikâye ise Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin gibi Millî Edebiyat Dönemi sanatçıları, roman ve hikâye yazmayı sürdürmüşlerdir. 1930-1940 yılları arasında edebiyatımızda toplumcu bir anlayışla gerçekçi ve gözleme dayalı hikâyeler öne çıkar. Bu dönem Sait Faik Abasıyanık, durum hikâyesinde başarılı eserler verir. 1940’larda yazılan hikâyelerde Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’nun durumu, İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ahlak çöküntüsü gibi toplumsal konular ağırlık kazanır. 1950’lerden sonra özellikle şekil yönünden yenilikler ve tema çeşitliliği, hikâye dünyamızda büyük gelişmeler oluşturmuştur. 1950’li yıllarda eleştirel gerçekçilikle küçük memur, işçi, köylü, kasabalı ve varoş insanların sorunları anlatılır. Bireyi hareket noktası alan, kişilerin psikolojisini yansıtan ve anıları öyküleştirmeye dayalı hikâyeler yazılır. 1960 SONRASI HİKÂYE 1960’lı yıllarda hikâyelerde toplumsal konular olarak işçi, köylü, kasaba ve kenar semt insanlarının sorunları işlenmeye devam eder. 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerini hazırlayan olaylar işlenir. Yazarlar; insanın çevresiyle uyuşmazlığı, yaşanılan düzene, alışkanlıklara, geleneksel ahlak anlayışına başkaldırı gibi bireysel konuları psikolojik çözümlemelerle eserlerine yansıtmışlardır. Varoluşçuluk akımı hikâyeleri de etkiler. Bu dönemden itibaren hikâye bağımsız bir yazı türü olduğunu kabul ettirir. 1960 yılından itibaren önemli başarılar elde edilmiştir. Yazarların bazıları toplumcu çizgide, bazıları bireysel duyarlılıkla, bazıları da dini ve milli duyarlılığa dayalı bir anlayışla eserler vermiştir. Yazarlar modernizm ve postmodernizm gibi yönelimlerin de etkisiyle anlatım olanakları ve teknikleri açısından hikâye türünün gelişimine katkı sağlamışlar. 1960’lı yıllarda ülkedeki siyasal ve sosyal olaylar ve bu olaylar karşısında halkın durumu eserlere yansıtılmıştır. Bu dönemde Erdal Öz, Bilge Karasu, Necati Cumalı, Ferit Edgü, Yusuf Atılgan, Selim İleri, Leyla Erbil, Demir Özlü, Demirtaş Ceyhun, Durusun Akçam, Orhan Duru, Mehmet Seyda, Talip Apaydın, Sevgi Soysal ve Bekir Yıldız gibi yazarlar bu dönemde eser veren önemli hikâyecilerdir. Cumhuriyet Dönemi’nde Sevinç Çokum, Hüseyin Nihal Atsız gibi birçok sanatçı din, dil, tarih, devlet, gelenek görenek gibi konular üzerinde durarak milli kimliği eserlerinde işlemeye başlamıştır. Vatan ve bayrak sevgisine eserlerde önem verilmiştir. Türk tarihinin şanlı dönemlerine yönelik konu ve temaların çerçevesinde milli bir bilinç oluşturulmaya çalışılmıştır. 1960 sonrası Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında bazı sanatçılar dini yönelime göre eserler vermişlerdir. Dini yönelim, Cumhuriyet Dönemi’nde insanların iç dünyalarını, bireysel duyuş tarzlarını ve inançlarını edebi eserlerde yansıtmayı amaç edinir. İslamiyeti yaşamlarına yansıtan sanatçılar, dinin huzur sağlayan boyutlarını eserlerinde ele almışlardır. İslami düşünüşü bazen zaman tasavvufi boyutlarıyla işleyen sanatçılar roman, hikâye gibi birçok düzyazı türünde eserler vermiştir. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Mustafa Miyasoğlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Hüseyin Atlansoy, Nazan Bekiroğlu gibi sanatçılar islami yönelimin etkisinde eserler vermiş sanatçılardır. 1970’li yıllarda hikâyeciliğe başlayan yazarların çoğu, bugün de eser vermeye devam etmektedirler. Bu dönemde siyasi, toplumsal, günlük konular ele alınır; bunlar karşısında halkın durumu, yaşadıkları dile getirilir. Küçük insanın yaşam kavgası, kadının toplumdaki yeri, çocuklar için yazılan hikâyeler önem kazanır. Muzaffer İzgü, Füruzan, Tomris Uyar, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür ve Nazlı Eray bu dönemin önemli yazarlarındandır. 1980 ve 1990’lı yıllarda birey merkezli yazılan hikâyeler ile Güneydoğu Anadolu ve Doğu insanının sorunları verilirken bunların politikaya malzeme edilişi eleştirel bir bakışla incelenir. Nazlı Eray, Nedim Gürsel, Erhan Bener, Murathan Mungan, Burhan Günel, Nazan Bekiroğlu, Hulki Aktunç ve Osman Şahin dönemin önemli isimlerindendir. Postmodernizm, Batı edebiyatında 1950’li yıllarda görülmeye başlanmıştır. Türk edebiyatında ise 1970’li yıllardan itibaren görülmeye başlanmıştır. Postmodernistler kendilerinden önceki edebiyat geleneğine karşı çıkarlar. Eserin biçimsel özelliklerini önemserler. Bir eserde anlatılan şeyi değil anlatımı önemsemişlerdir. Bu nedenle “Nasıl anlatırım?” sorusundan hareketle yeni anlatım teknikleri kullanmışlardır. Metinler arasılık da bu anlatım tekniklerinden biridir. Metinler arasılık, bir metin içinde diğer metinlerle ya da müzik, resim, teoloji gibi çeşitli metinlerin bir metin içinde kullanılmasıyla oluşur. Örneğin bir roman yazarı eserinde halk hikâyesinden, kutsal metinden, fabldan ya da başka bir yazarın romanından, hikâyesinden yararlanabilir. Metinler arasılık, postmodern edebiyatın temel anlatım biçimlerinden biridir. Varoluşçuluk Egzistansiyalizm Bireyin kendi değerlerini kendinin oluşturabileceğini, geleceğini yine kendisinin kurabileceğini savunan bir felsefe akımıdır. Alman filozof Martin Heidegger’nın Martin Haydigır ortaya koyduğu felsefe sistemini, II. Dünya Savaşı yıllarında Fransız düşünür ve romancı Sartre benimsemiş ve edebiyata uygulamıştır. Bu görüş; bilinç, ruh, akıl ve düşünceye öncelik veren fikir akımlarının karşıtıdır. Varoluşçuluk her zaman tek ve bireyseldir. Varolma, “öz”den önce gelir yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra kendi özünü kendisi meydana getirir ve olmak istediği gibi olur. İnsan yaradılışı diye bir şey yoktur, insan kendi değerlerini kendisi oluşturur. Dünyada kendisine yol gösterecek tek kişi, kendisidir. Bu düşünceye dayanarak özgür olmaya mahkûmdur ve her kararından sorumludur. Kararlarından sorumlu olmak, bireyde bunalım yaratır. Bu bunalım, sorumluluğu kendisinden başkasına yükleyememesinden kaynaklanır. Varoluşçuluk felsefesini dile getiren eserlerde karakter yoktur, çeşitli durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır. Kararlarını vermekte özgür olan insanın karşılaştığı durumlarda kendisini aşması, kendi öz’ünü yaratması gerektiği anlatılır. Egzistansiyalizmin önemli temsilcileri şunlardır Jean Paul Sartre, Albert Camus Alber Kamü, Andre Gide Andre Jid, Samuel Beckett Semyıl Bekıt, Franz Kafka Fıranz Kafka. MODERNİST HİKÂYE 1960 sonrası Türk hikâyeciliğinde etkili olan anlayışlar Toplumcu Gerçekçilik Sanat toplum içindir. Sanatçı toplumun bir parçasıdır. Sanatçı içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu ve duyarlıdır. Toplum sorunları eserlerde işlenmiştir. Bireyin İç Dünyasına Yönelme Bireyin iç dünyası psikoloji ve psikanaliz biliminden hareketle alınır. Bunalım, yabancılaşma, bireyin toplumla hesaplaşması, yalnızlık, sıkıntı, bilinçaltı, bireysel sorgulamalar, evrenin düzeni gibi konular işlenir. Bilinç akışı ve iç konuşma teknikleri kullanılır. Bu yönelimin en iyi örneklerini veren isimlerden biri Mustafa Kutlu’dur. Mustafa kutlu, dönemin insanının yaşadığı çatışmaları yazdı. Kaleme aldığı hikâyelerinde geçmiş kültüre, İslam’a, tasavvufa, erdeme ve insanın kendi iç dünyasına yer verdi. İslami duyarlılık onun hikâyelerinde estetiğe büründü. Anlatımı sade ve samimidir. Mustafa Kutlu, eserlerinde kullandığı teknikler ve geliştirdiği hikâye tarzıyla son dönem Türk hikâyeciliğinin önemli isimlerinden biri oldu. Modernizm Modernizm; bilimsel, siyasi, kültürel gelişmeler ve sanayi devrimiyle birlikte görülen büyük toplumsal değişime eşlik eden zihniyet için kullanılan bir terimdir. Sanat, mimari ve edebiyat alanında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren adından söz ettirmeye başlayan akım, XX. yüzyılın birinci yarısında etkili olmuştur. Modernizm, geçmişe karşı şimdiki zamanın yüceltilmesini; geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğunu, bunların yerine yeni bir kültür oluşturulması gerektiğini ifade eder. Modernizm bireyden, onun iç dünyasının karmaşıklığından hareket eder ve gerçekliğe ulaşmaya çalışır. Ancak bu gerçeklik geleneksel-gerçekçi anlayışın temsil ettiği kadar yalın, düz bir gerçeklik değildir. Modernizmle birlikte özellikle gerçeklerin göründükleri gibi olmadığı anlayışı yerleşmiş, yerleşik kuralları ve toplumun sıradanlığını eleştirme düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Modernist eserlerde toplumdaki değer çatışmaları, bireyin bunalımları, karmaşık ruh hâli, yerleşik değerlere isyan, şiire özgü söyleyişlerden de yararlanılarak çağrışımlara açık bir biçimde sembollerle anlatılır. Dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışında arayışlara gidilir. Modernizmi esas alan metinlerde alegorik sembolik anlatıma önem verilir. Yazarlar insanı çevreleyen toplumsal dünyayı yalın bir biçimde anlatmaktan kaçınırlar. Modernizmi esas alan hikâyelerde bir olay bulunmakla birlikte esas olan, olayın birey üzerindeki etkisini anlatmaktır. Modernizmi esas alan eserlerde yalnızlık, toplumdan kaçış, geleneksel değerlere başkaldırı gibi konular işlenir. Modernizmi esas alan eserlerde dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışına çıkılarak bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım tekniklerine yer verilmiştir. Klasik eserlerde temel alınan olay, karakter, çevre unsurları önemsizleştirilmiş; simge, imge, bakış açısı, ironi, çağrışım önem kazanmıştır. Bu anlayışta yazılan eserlerde insanlar, duygu ve düşünceleriyle karmaşık ve çok yönlü bir varlık olarak görülür. Modern yaşamdaki bireyin bunalımı, toplumla çatışması, yalnızlığı, huzursuzluğu, topluma yabancılaşmasının anlatıldığı bu eserlerde sıradan bir zaman akışı kullanılmaz; eserdeki kişi veya kişiler aynı zaman dilimi içinde değişik zaman dilimlerini yaşar. Modernist eserler, varoluşçuluk akımından etkilenmiştir. Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde kültürel değişimle Batı’dan çeviri ve taklitlerle giren geleneksel roman, 1970’lerden sonra yerini modernist ve postmodernist romanlara bırakmıştır. Bu bakımdan Türk edebiyatında modernizm ile postmodernizm aynı zamanda görülmüştür. Türk edebiyatında postmodernizm, modernist özelliklerden 1990’lı yıllardan itibaren arınmaya başlamıştır. 1970’lerde Yusuf Atılgan Anayurt Oteli ve Ferit Edgü Hakkâri’de Bir Mevsim ile modernizmin ilk ürünlerini verirler. 1950’lerden günümüze ise Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm, Nazlı Eray Ay Falcısı, Bilge Karasu Gece gibi sanatçıların eserlerinde modernizmin izleri görülür. KÜÇÜREK HİKÂYE Küçürek hikâye, hikâye türünün bir alt türüdür. Türk edebiyatında minimal hikâye, çok kısa hikâye, öykücük, kısa kısa hikâye, kıpkısa hikâye, sımsıkı hikâye, kısa kurmaca, minik hikâye, mini hikâye, mikro kurmaca, mesel, küçük ölçekli kurmaca, küçürek hikâye gibi adlarla anılan hikâye türünde ilk örnekler, dünya edebiyatında 1960’lı yıllarda verilmiştir. Küçürek hikâyeler; özlü, yoğun anlatımı ve hacmi bakımından şiire benzer. Gerçeği direkt değil, sezdirerek verir ve ani uyarılarda bulunur. Şiirde de küçürek hikâyede de az kelimeyle çok şey söylemek esastır. Küçürek hikâye yazarı, sıradan ama yoğun ve özgün yaşantıları daha çok simgesel düzeyde anlatır. Simgesel anlatımda çağrışımla derin anlamlar elde edilir. Küçürek hikâye, meselleri ve kısa hayvan masallarını andırsa da meseller gibi bir hikmeti nakletme, öğüt verme gibi bir amacı ve işlevi yoktur. Küçürek hikâyeler, hızlı tüketim çağının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu hikâyeler, yaşamı sorgulamaktadır; bu yüzden bu türde yabancılaşma, umutsuzluk, çöküntü ve bunalım gibi bireysel temalar öne çıkmıştır. Bu türün önemli yazarlarından Ferit Edgü’ye göre küçürek hikâye tabiri, 100 sözcüğü geçmeyen anlatılar için kullanılabilir. Franz Kafka, Max Jacob gibi yazarlar dünya edebiyatında küçürek hikâye denince ilk akla gelen isimlerdendir. Türk edebiyatında Tezer Özlü, Küçük İskender, Sevim Burak, Tarık Günersel, Haydar Ergülen, Hulki Aktunç ve özellikle Ferit Edgü’yü küçürek hikâyenin önemli yazarları arasında sayabiliriz. Küçürek Hikâyenin Özellikleri Küçürek hikâyeler, az sayıdaki kelimeyle yoğun anlamlar aktarma gücüne sahip olan sanatsal iletişim araçlarıdır. Küçürek hikâyenin en önemli belirleyici özellikleri; kısalık, yoğunluk ve birliktir. Bu tür hikâyede anlam yoğunluğu, doku zenginliği ve biçim sıklığı dikkat çeker. Hikâyenin içeriksel ve nesnel ölçüleri, küçük boyutlara sahiptir. Yazar, okuyucu üzerinde sanatsal bir etki yaratmak ve bu etkiyi artırmak amacıyla hikâyenin içeriğinin boyutlarını kısıtlı olarak küçültür. Kelime eksiltme, zaman ve mekân ayrıntılarını silme ve bir durumu minyatürleştirme küçürek hikâyelerin en çok yararlandığı anlatı unsurlarıdır. 1960 SONRASI HİKÂYE YAZARLARI 1960 Türk Hikâyeciliğinin Özellikleri 1960-1970 yılları arasında yazar sayısı artmış, konularda çeşitlenme olmuştur. Köylülerin, işçilerin kenar semt halkının sorunları, dönemin siyasi olayların öykülere yansıdığı görülür. Toplumsal konuların yanında bireye önem verme görülür. Yazarlar, insanın çevresiyle uyumsuzluğunu; yaşanılan düzene, alışkanlıklara, ahlak ölçülerine başkaldırma isteklerini, bireyde tedirginlik, bıkkınlık yaratan durumları psikolojik çözümlerle okuyuculara aktarmışlardır. Genellikle kişilerin içinde bulundukları durumdan kurtulamadıkları kurmacalar, anlatımlar oluşturulur. Öykü, bağımsız bir yazı türü olarak kabul edilmeye devam eder. 1960’lı yıllarda tema ve kurgu bakımından tamamıyla yenilikçi gelişmeler yaşanır. Toplumcu gerçekçi anlayış öykülerde kendini gösterir. Türk hikâyeciliğinde varoluşçuluk akımı hikâyelerde etkili olur. Toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişiler üzerinde durulur. Bu dönemin önemli hikâyecilerinden bazıları şunlardır Mehmet Seyda, Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Füruzan, Tomris Uyar, Sevinç Çokum, Nedim Gürsel, Rasim Özdenören… 1970’li yıllarda yazarlar, estetik kaygılardan uzaklaşıp düşüncelerini öne çıkaran eserler verirler. Hikâyelerde daha çok siyasi ve toplumsal günlük konular ele alınır. Türk hikâyeciliği yeni eserlerle çeşitlenir. Bu dönemde Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazarken Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi dini ve milli duyarlılıkları yansıtan hikayeler yazarlar. FÜRUZAN Cumhuriyet Dönemi yazarlarındandır. İstanbul’da doğan sanatçı ortaokuldan sonra öğrenimini yarıda bıraktı. Hikâye, roman, röportaj, şiir, gezi, tiyatro türlerinde eserler verdi. Ancak asıl ününü hikâyeci yönüyle kazandı. Hikâye kişilerini ve olayları insancıl, abartısız, iyimser bir bakış açısıyla anlattı. Sanatçının, anlatımında olaydan çok betimlemelere ve çözümlemelere yer vermesi dikkat çeker. Hikâye Parasız yatılı, Kuşatma, Benim Sinemalarım, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir. Roman 47’liler, Berlin’in Nar Çiçeği. Tiyatro Kış Gelmeden. Röportaj Yeni Konuklar ADALET AĞAOĞLU Cumhuriyet Dönemi yazarlarındandır. Ankara’da doğan sanatçı, Ankara Kız Lisesi ve Ankara Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. 1951’de Ankara Radyosu’na dramaturg olarak girdi; ardından radyo tiyatrosu müdürlüğü gibi çeşitli görevlerde bulunan yazar, birçok türde eser verdi. Kendine özgü anlatım biçimleri geliştiren yazar; doğa, toplum ve zaman ilişkilerinin bireyin iç dünyasındaki yansımalarını anlattı. Eserlerinde toplumun çalkantılı dönemlerini ve bu dönemlerin bireyler üzerindeki etkilerini yansıttı. Hikâye Yüksek Gerilim, Hadi Gidelim, Sessizliğin İlk Sesi Roman {Dar Zamanlar üçlemesiÖlmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi, Hayır}, Fikrimin İnce Gülü, Ruh Üşümesi, Romantik Bir Viyana Yazı, Dert Dinleme Uzmanı. Tiyatro Evcilik Oyunu, Tombala. NECATİ TOSUNER 1944’te Ankara’da doğdu. İstanbul Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra bir süre Basın İlan Kurumu’nda çalıştı. Hikâye yazmaya 1963 yılında başladı. Tosuner’in ilk hikâyeleri Ankara’da yayınlanan gazetelerde çıktı. Papürüs, Soyut, Varlık, Ulus, Yeni Gazete, Yeni Edebiyat, Türk Dili dergileri ve gazetelerinde yayınlanan hikâyeleriyle tanındı. Gerçekçi bir anlayış benimsedi. Bireyin kendi gerçeğiyle toplumun gerçeklerini bir araya getirerek farklı bir üslup ortaya koydu. Özellikle 70’li yıllarda yaratılan öykücülüğün gelişiminde önemli rol oynadı. “İki Gün” öyküsüyle 1970 TRT Öykü Başarı Ödülü’nü , “Sancı Sancı” ile 1978 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü ve “Armağan” adlı öyküsüyle 1997 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldı. Hikâye Özgürlük Masalı, Çıkmazda, Kambur, Sisli, Necati Tosuner Sokağı, Güneş Giderken VÜS’AT O. BENER 1922’de Samsun’da doğdu. Bursa Işıklar Askeri Lisesi ve Harp Okulu’ndan sonra 1953’e kadar orduda görev yaptı. 1957’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Seçilmiş hikâyeler, Varlık, Yeditepe dergilerinde yayımlanan öykülerle tanındı. Öykülerinden “Dost” Fransızcaya, “Batak” Almancaya, “İlki” İngilizceye çevrildi. Hikâye Dost, Yaşamasız, Siyah-Beyaz, Mızıkalı Yürüyüş, Kara Tren, Kapan. SEVGİ SOYSAL 1936’da İstanbul’da doğdu. 22 Kasım 1976’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Ankara Kız Lisesi’nden ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1961’de Ankara Meydan Sahnesi’nde Haldun Dormen’in yönettiği “Zafer Madalyası” adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. Edebiyata öykü ile başladı. İlk öykü ve yazıları 1960-1964 arasında Dost, Yelken, Ataç, Yeditepe, Değişim dergilerinde yayımlandı. İlk eserlerinde bireyin ruhsal durumlarını işledi. 1965-1969 arasında kaleme aldığı eserlerde kadın-erkek ilişkilerini, kadın sorununu, ağırlıklı olarak da 1960 sonrasında yaşanan sosyal ve siyasal olayları işledi. Toplumcu gerçekçi anlayışı öykü ve romanlarında yansıttı. Hikâye Tutkulu Perçem, Tante Rosa, Barış Adlı Çocuk. NECATİ CUMALI 1921 yılında doğdu. 10 Ocak 2001’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun oldu. 1941’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Farklı yerlerde avukatlık ve Paris’te Basın Ateşeliği’nde memurluk yaptı. İlk şiiri 1939’da yayınlandı. Garip akımına bağlı kalmadan, 1940 kuşağının diğer şairlerinden farklı olarak yalın, aydınlık anlatımlı, lirik şiirler yazdı. Sevgi, sevinç, özlem gibi bireyin güncel kaygılarıyla birlikte çağın toplumsal sorunlarını da ele aldı. 1955’ten sonra şiirin yanı sıra öykü, roman ve tiyatro türlerinde yazdı. Şiirsel dili ve ayrıntıları ustaca kullandı. Roman ve öykülerinde çoğunlukla Ege Bölgesi’ndeki kasaba ve köy insanlarının sorunlarını işledi. Roman Tütün Zamanı, Acı Tütün, Yağmurlar ve Topraklar, Aşk da Gezer. Hikâye Susuz Yaz, Yalnız Kadın, Dila Hanım, Ay Büyütken Uyuyamam, Yakup’un Koyunları, Kente İnen Kaplanlar… Tiyatro Boş Beşik, Mine, Nalınlar, Derya Gülü… Şiir Kızılçullu Yolu, Tufandan Önce, Harbe Gidenin Şarkıları … Yıldız vermeyi unutmayın 😉
Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olayları, insanlarda estetik zevk uyandıracak şekilde anlatmaya hikaye ya da öykü denir. İlk hikaye örnekleri Tanzimat Dönemi’nde verilir fakat özellikle Cumhuriyet Dönemi sonrasında hikaye türünde önemli bir gelişim görülür. Öykü alanındaki başarılı eserler 1960 Sonrası Hikaye geleneğinde de aynen devam önceki dönemlerde hikayenin alt yapısı iyice geliştirildiğinden 1960’lı yıllara gelindiğinde hikaye bağımsız bir tür olarak gelişimine devam etmiştir. Bu dönem hikayecileri bireysel duyarlılıkta, toplumsal çizgide ve milli-dini çizgi gibi çeşitli anlayışlarda eserler Sonrası Hikaye Özellikleri→ Bu dönemde başarılı eserler verilmiştir.→ Bu dönem hikayelerinde farklı yönelimler vardır Bireysel duyarlılık, toplumsal çizgi ve milli-dini anlayış.→ Bu dönemde yazarlar modernizm ve postmodernizm akımlarıyla birlikte hikayeyi teknik ve anlatım olarak geliştirmişlerdir.→ Bu dönemde eser veren yazar sayısı artmış ve bununla birlikte öykülerde konu ve anlayış olarak çeşitlilik ortaya çıkmıştır.→ Kahramanlar toplumun her kesiminden seçilmiştir.→ 1960’lı yılların siyasi ve sosyal ortamı hikayeye taşınmıştır.→ Bu dönemde Leyla Erbil, Demir Özlü, Demirtaş Ceyhun, Erdal Öz, Bilge Karasu, Dursun Akçam, Orhan Duru, Necati Cumalı, Mehmet Seyda, Talip Apaydın, Sevgi Soysal, Ferit Edgü, Yusuf Atılgan, Bekir Yıldız gibi isimler hikaye türünde eserler Sonrası Hikaye YönelimleriBu dönemde görülen hikaye anlayışları şu şekildedir1 Bireyin İç Dünyasını Ele Alan HikayelerBu tarzdaki hikayelerde ise bireylerin yaşadıkları iç bunalımlar ve çatışmalar dile konu olarak işlenmiştir. Bireyin iç dünyası iç çözümle ve bilinç akışı gibi tekniklerle ortaya Toplumsal Gerçekçi HikayelerBu hikayelerde gecekondularda yaşanlar, işçiler, memurlar, Almanya’ya göç eden işçiler, kentlere göç sorunu, kadınların yaşadığı sıkıntılar ve işsizlik gibi sorunlar ele alınmıştır. Bu anlayışta eser veren sanatçılar Adalet Ağaoğlu, Talip Apaydın, Sevgi Soysal, Erdal Öz, Orhan Duru, Tomris Uyar, Nedim Gürsel, Hulki Aktunç, Füruzan, Demir Özlü, Leyla Erbil, Bekir Dini-Milli Duyarlılıkta Yazılan HikayelerÖnceki dönemlere kıyasla bu dönemde dini duyarlılığı önplana çıkaran yazarların sayısı tarzda hikaye veren sanatçılar Rasim Özdenören, İsmail Kıllıoğlu, Durali Yılmaz, Mustafa Kutlu1970 – 1980 -1990 Sonrası Hikaye1970’li yıllarda modern hikayelerin yanında postmodern etkisindeki hikaye örnekleri de verilmiştir. Bu dönemde siyasi, toplumsal ve günlük konularda eserler yıllarla birlikte günlük yaşamdaki insan hayatı, kadının toplumdaki yeri ve çocuklar eserlerde işlenmeye yıllarda yazılan hikayelerde ise bireyin merkeze alındığını bağlantılardan Deniz Hoca tarafından hazırlanmış olan “Edebiyat Ders Notları PDF” dosyası ile slaytını indirebilir, öğrencileriniz ve arkadaşlarınızla ÇEKEBİLECEK YAZILAR ⇒ PDF / Slayt ⇒ Ders Konuları ⇒ TYT Türkçe ⇒ AYT Edebiyat
Merhaba arkadaşlar size bu yazımızda Türk Dili ve Edebiyatı Konuları hakkında bilgi vereceğiz. Yazımızı okuyarak bilgi sahibi olabilirsiniz. 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Öne Çıkaran Şiir sorusunun cevabı aşağıda sizleri bekliyor… 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Öne Çıkaran Şiir Cumhuriyet Dönemi şiirinde 1940’lı yıllardan itibaren Nâzım Hikmet’ten etkilenen ve onun temsil ettiği siyasal hareket içinde yer alan toplumcu gerçekçilik çizgisinde çok sayıda şair tarafından birçok şiir yazılmıştır. Bunlar arasında Attilâ İlhan, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Cahit Irgat, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Can Yücel, Rıfat İlgaz, Suat Taşer, Ömer Faruk Toprak, Arif Damar, Mehmet Başaran gibi şairler öne çıkan isimlerdir. İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Süreyya Berfe, Refik Durbaş, Kemal Özer gibi şairler de 1960’lı yılların sonundan itibaren bu anlayış doğrultusunda, ülkenin içinde bulunduğu koşullar neticesinde şiirler yazmışlardır. Bu şairler aynı dönemde etkisini gösteren II. Yeni gibi şiir anlayışlarına karşı çıkmışlar; ezilenlerin haklarına değinmek gerektiğini, şiiri ideolojiyi yansıtma aracı olarak kullanmayı savunmuşlardır. 1970’li yıllarda Halkın Dostları, Yeni Gerçek, And gibi dergiler etrafında toplanmışlardır. Halkın ve işçi sınıfının sorunlarını, güncel, siyasal olayları eserlerinde ele almışlardır. Biçime değil içeriğe önem vermişler, yalın bir dil kullanmışlardır. 1960 sonrası Türk şiirindeki anlayışlardan biri de toplumcu eğilimleri yansıtan şiir anlayışıdır. “1960 sonrası toplumcu kuşak” olarak bilinen Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Kemal Özer, Refik Durbaş ve Nihat Behram gibi sanatçılar bu anlayışla şiirlerini kaleme almışlardır. Çeşitli dergiler etrafında bir araya gelen bu şairler “İkinci Yeni” hareketinin şiir anlayışını kıyasıya eleştirmiş, toplumcu şiiri savunmuşlardır. Bu anlayışla toplumsal olayları, toplumun aksayan yönlerini diyalektik bir bakışla ele almışlardır. Bu şairler şiirlerinde toplumcu ögelere yer vererek kent, kentleşme, eşitsizlik, işsizlik, adaletsizlik, özgürlük gibi temalar etrafında dönemin sosyal ve siyasi sorunlarını işlemişlerdir. Bu şairlere göre “toplumculuğun yegâne amacı halkı yüceltmek ya da övmek değil, halkın içinde bulunduğu çelişkileri ortaya çıkarmak ve bunlarla hesaplaşmaktır.” Toplumcu şairler, açık bir anlatımı benimseyerek toplumun sözcülüğünü üstlenmişlerdir. Şiirde biçimsel özelliklerden çok içeriği önemsemişlerdir. İkinci Yeni şiirlerine hâkim olan karamsarlık bu dönem toplumcu şairlerin şiirlerinde yerini umut, güzel günlere inanç, kararlılık ve direnme duygularına bırakır. 12. Sınıf Şiir Konu Anlatımı Tıklayınız… 12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Konuları için Tıklayınız… 12. Sınıfta Yer Alan Diğer Ders ve Konuları için Tıklayınız…
Türkiye, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti ile ilk yıllarda birçok alanda büyük gelişme kaydetmişti. Ancak 1957’den itibaren ekonomide enflasyonist baskı hissedilmeye başlanmıştı. Ülkemizde demokrasinin tam olarak yerleşmemiş olması siyasi yaşamdaki hoşgörü eksikliği ve belirtilen ekonomik nedenler siyasi ortamı şartlar altında 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi gerçekleştirilerek DP iktidarına son verildi. Demokrasimizin gelişimini kesintiye uğratan bu müdahale sonucunda anayasa yürürlükten kaldırılarak meclis kapatıldı. Cumhurbaşkanı, başbakan, pek çok bakan ve milletvekili yargılandı. Bu yargılama sonucunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi 1961. 11 Nisan 1990 tarihinde kabul edilen kanunla, idam edilen bu devlet adamlarının itibarları iade edilmiş ve aynı kanun uyarınca naaşları kendileri için İstanbul’da yaptırılan anıt mezara devlet töreniyle Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimini üstlenen Millî Birlik Komitesi yeni anayasayı oluşturmak için Kurucu Meclis Kanunu’nu kabul etti. Siyasi partiler, barolar, basın, ticaret odaları temsilcileri, sendikalar ve gençlik kuruluşlarından seçilerek oluşturulan Kurucu Meclis üyeleri 6 Ocak 1961’de çalışmalarına başladı. Aynı zamanda siyasi partilerin faaliyetlerine de izin verildi. Millî Birlik Komitesi siyasi partilerin ilk genel seçimlere katılabilmeleri için 13 Şubat’a kadar kuruluş işlemlerini tamamlamış olmaları gerektiğini duyurdu. Bu açıklamadan sonra Türk siyasetine yeni siyasî partiler girmiş oldu. Kurucu Meclis tarafından hazırlanan yeni anayasa 9 Temmuz 1961’de yapılan halk oylaması sonucunda kabul edilerek yürürlüğe Ekim 1961’de yapılan seçimlere Cumhuriyet Halk Partisi CHP, Adalet Partisi AP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi CKMP, Yeni Türkiye Partisi YTP sonra oluşan Meclis, Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanlığına seçti. 1965 seçimlerine kadar koalisyon hükûmetleri iktidarda kaldı. 10 Ekim 1965’te yapılan genel seçimleri AP kazandı. 27 Ekim 1965’te Süleyman Demirel’in başbakanlığı ile başlayan AP iktidarı, 12 Mart 1971 Askerî Muhtırasına kadar devam etti. Demokrasiye zarar veren bu muhtıra sonucunda Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Daha sonra ise partisinden istifa ederek bağımsız kalan Nihat Erim başbakanlığında meclis dışından ve farklı partilerin milletvekillerinden oluşan geniş tabanlı ve hiçbir siyasi partiyle doğrudan ilişkili olmayan bir hükûmet 1973’te AP ve CHP’nin desteklediği emekli Oramiral Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçilirken 14 Ekim 1973’te genel seçimler yapıldı. Seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamadı. Bu arada 25 Aralık’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vefat etti. Üç gün sonra devlet töreniyle Anıtkabir’e 1980 yılına kadar Türkiye’de, kısa süreli koalisyon hükûmetleri iktidarda kaldı. Sık sık gerçekleşen hükûmet değişikliğine bağlı olarak ülkede siyasi istikrar sağlamada zorluklar yaşandı. Siyasi istikrarsızlık ekonomik ve toplumsal gelişmeyi olumsuz etkileyerek ülkede iç huzursuzluk, siyasi anlaşmazlık ve ekonomik sıkıntıların artmasına yol açtı. Türk Silahlı Kuvvetleri yer yer meydana gelen şiddet ve terör olaylarını gerekçe göstererek 12 Eylül 1980’de demokratik yönetimi ortadan kaldıran askeri müdahaleyi gerçekleştirmiştir. 24 Kasım 1983’e kadar devam eden bu dönem, Türk siyasi tarihine “12 Eylül Dönemi” olarak geçti. Bu dönemde 1961 anayasası yürürlükten kaldırılmış, Parlamento ve siyasi partiler ile dernek, sendika vb. pek çok sivil toplum kuruluşu kapatılmış ve demokratik süreç kesintiye Eylül 1980’de siyasi iktidarı eline alan Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren başkanlığında kuvvet komutanlarından oluşan Millî Güvenlik Konseyini MGK oluşturdu. Kenan Evren aynı zamanda devlet başkanlığı görevini de üstlendi. Bülent Ulusu’nun başkanlığında Bakanlar Kurulu oluşturdu. Prof. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında kurulan komisyonun hazırladığı anayasa 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunularak kabul kabulünden sonra seçim hazırlıkları başladı. 6 Kasım 1983 seçimlerine Anavatan Partisi ANAP, Halkçı Parti HP ve Milliyetçi Demokrasi Partisi MDP katıldı. Bu seçimler sonucunda birinci parti olarak çıkan ANAP, Turgut Özal başkanlığında tek başına iktidar oldu. 1960 ve 1970’li yıllarda koalisyon hükûmetleri ile bunalımlar yaşayan Türkiye, Turgut Özal iktidarı ile ülke yönetiminde siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda köklü kararlar Anayasası’nın en önemli özelliği, devlet yönetiminde ve toplum yaşamında bireye ağırlık verilmiş olmasıdır. İnsan haklarına dayanan devlet olma özelliğine bağlı olarak temel hak ve ödevler ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir. Anayasa’da klasik hak ve özgürlüklerle birlikte sosyal ve ekonomik haklar da verilmiştir. 1961 Anayasası, temel hak ve özgürlükleri güvenceli bir statüye oturtmuştur. Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek ve özgürlükleri korumak için Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesi ile birlikte Cumhuriyet Senatosu ve Yüksek Hâkimler Kurulu gibi yeni kurumlar Anayasası ise hak ve özgürlükler açısından “birey”e değil “devlet”e ağırlık veren bir anayasa özelliği taşır. 1961 tarihli Anayasa’nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilkeleri korumuştur. Ancak temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda daha ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir. Bu sınırlandırıcı hükümler daha sonra Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikler ile büyük ölçüde düzeltilmiştir.
1960 sonrası türk hikayeciliğinde ele alınan konular